Kriz ve Travma Dönemleri Sonrası Normal’e Dönmek?
Dünya ekonomisi; 2019’un sonundan beri önce pandemi sonra
pandeminin etkisi ile ortaya çıkan ekonomik kriz ve arkasından Rusya ve Ukrayna
savaşının etkileriyle ortaya çıkan enerji ve gıda krizi ile zor bir durumda
idi. Dünyanın genel ekonomik durumunun etkilerini farklı açılardan yaşayan bir
ülke idik. 2023 yılının gerek seçim yılı olması açısından gerekse de genel
ekonomik koşullar açısından zor bir dönem olması beklenirken yılın başında son
100 yılın en büyük deprem felaketi ile karşı karşıya kaldık.
Depremin etkilediği 10 ilimiz dışında orada akrabaları
olanlar, iş yapanlar farklı psikolojik etkiler yaşarken tüm toplum yaşanan
depremden, felaketin boyutları ve çaresizliği ile farklı açılardan etkilendi.
İlk şokların atlatılmasının ardından millet olarak duyduğumuz sorumluluk
duygusu ile bölgeye destek olmak amacıyla seferberlik haline geçtik ve tek
vücut olarak el birliği ile 15 gün boyunca gece gündüz durmadan çalıştık. Kimi
bölgeye akın etti ve bizzat kurtarma çalışmalarına destek verdi. Kimi bağış
kampanyalarının operasyonunda fiilen yer aldı; bazılarımız ise sadece bağış
yaparak destek olmaya çalıştı. Ancak herkes bu trajik olayın üzüntüsünü ve
acısını farklı derecelerde yaşadı.
Depremden
2 hafta sonra artık enkaz kaldırma çalışmalarının başladığı bu dönemde en çok
konuşulan konulardan biri nasıl normal hayatımıza döneceğiz sorusu oldu.
Depremden etkilenen bölgelerde hayatın normale dönmesi ekonomik olarak en
azından bir sene sürecektir; psikolojik etkileri ise toplumun genelini, düşündüğümüzden daha
uzun bir süre etkilemeye devam edecektir. Zaten hem dünyada süregelen olaylar
hem de bu olayların ekonomik ve sosyal etkileri ile artık “Normal” dediğimiz
kavramın ne olduğunu çoğumuz unuttuk.
Hepimizin
aklında neyin ‘Normal’ olduğu
ile ilgili bir sürü soru var. Hayatımıza devam ederken o bölgede yaşayan
insanlar için yeteri kadar yardımcı olamadığımızı hissetmek mi normal? Yoksa
hayatımıza devam etmek zorunda olduğumuz için orada acı çeken insanlar olduğunu
bilerek suçluluk duymak mı normal? Bu tarz bir depremin olma ihtimalinin çok
yüksek olduğunu bildiğimiz halde
bu konuda yeteri kadar çalışmanın yapılmamasına zamanında ses çıkarmamış olmak
mı normal? Eğer bu felaketten doğru dersler çıkarılmazsa benzer durumlarla
çocuklarımız ve sevdiklerimiz karşı karşıya kalabilir diye endişe duymak mı
normal?
İnsan doğası yaşanan drama ve travmaları zaman içinde
unutuyor ancak orada yakınlarını kaybedenler, enkazdan kurtulanlar ve çocuklar
bu yaşanan travmanın izlerini her daim taşıyacak. Bu konuda sosyolojik ve
psikolojik olarak sağlıklı bir nesil olarak devam edebilmemiz için işin
uzmanlarına çok iş düşüyor. Bizim de bu konuda bireyler olarak birbirimize umut
vermemiz, destek olmamız, bu toprakları paylaşan insanlar olarak birbirimizi
ötekileştirmeden toplumun tamamını kucaklayan bir yaklaşım içinde birlik
olmamız bu zor dönemlerden sağlıklı ve umutlu bir şekilde çıkabilmemiz için
önem arz ediyor.
Belki de çözümün olayları normalleştirmek yerine artık
bilimsel açıdan doğru olanı öğrenmek, iyi ve vicdan sahibi liyakatli yeni
nesiller yetiştirmek olduğunu hepimiz fark etmişsizdir. Ancak bu şekilde
felaketleri yaşamadan engelleyebilecek veya yaşandığında minimum zararla
atlatabilmemizi sağlayacak sistemler kurabiliriz. Bu tarz yetişmiş bir kuşak
ülkemizde huzurlu ve insani adalet temelli yaşam koşulları oluşturabilir.
Konuya kendi uzmanlık alanım olan markalar ve şirketler
açısından baktığımda benzer ihtiyaçları görüyorum. Markaların sadık
kullanıcıları artık markalardan sadece felaket veya sorun olduğunda birlik ve
beraberlik mesajları beklemiyor. Felaket olduktan sonra markaların verdikleri
mesajlar ve yaptıkları yardım çalışmaları önemli oluyor. Ancak daha önemlisi
artık markaların felaketler olmadan önce neler yaptıkları. Ne gibi mi?
Markaların liyakat sahibi nesiller yetiştirmek için kendi
insan kaynaklarına yaptıkları yatırımlar, adil bir toplum düzeni için sivil
toplum anlamında sürdürebilir çalışmaları, dünyanın en kritik konuları olan
gıda sorunu, iklim değişikliği, çevre kirliği, sosyal adaletsizlik konularında
samimi ve kalıcı çalışmalarını örnekleri ile görmek istiyorlar. Artık sadece
iletişim çalışmaları ve dönemsel projeler yeterli olmuyor.
Gerçekten ezberi bozabilmek ve fark yaratmak için artık
bu tarz sosyal konuları geleceğe yönelik bir Ar-Ge çalışması gibi yönetmek
gerekiyor. Afet önlemleri konusunda markaların, devlet ve sivil toplumla
birlikte yaptıkları uzun vadeli ve sürdürebilir çalışmaları sürekli toplumu
bilinçlendirecek şekilde iletişime taşımaları; çalışanlarını ve toplumun her
kesimini bu konuda sürekli eğitmeleri önem arz ediyor.
Toplum ile ilgili konularda sosyal sorumluluk
projelerinin artık doğal afet ve felaket konularında önleyici neler yaptıkları
daha çok önemli bir konu haline geldi. Örnek olarak orman yangınlarını önlemek
için kritik bölgelerde yangın yol yapım
çalışmalarına destek, özel sektör destekli devlet onaylı yangın söndürme
helikopterleri, uçaklar, araçlar ve malzemelerinin alınıp; bu konularda eleman
yetiştirilmesini verebiliriz. Aynı şekilde deprem bölgelerinde deprem anında
kullanabilecek malzeme depolarının oluşturulması, üniversitelerde deprem
denetimi için yapıların kurulmasına sponsor olunması, toplumun ve çalışanların
deprem konusunda eğitimi, deprem sonrası psikolojik destek merkezlerinin
kurulmasını düşünebiliriz.
Her dönemin “Normal” dediğimiz durumu o dönemin
gerçeklilikleri ve toplumun beklentileri ile şekillenmektedir. Yaşanan olaylar,
toplumun geçtiği deneyim ve tecrübeler beklentilerimiz ve duygusal kodlarımızı
yeniden yazmaktadır. Hiçbir şey statik olmadığı gibi insan en az durağan ve en
çok değişen canlıdır. Bu açıdan bu dönemin normaline uyum sağlamak için geçmiş
tecrübelerden ders çıkararak aynı olayları ve acıları bir daha yaşamamak için
aksiyon almayı yeniden “Normal’e” dönmek diye değerlendirebiliriz.
Tarafıma ticari elektronik ileti gönderilmesine ve bu kapsamda verilerimin işlenmesine açık rıza veriyorum.